Osmanlı Türkçesi
Antalya’da düzenlenen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ilk kademeden itibaren sunulacak yeni bir eğitim anlayışı” mesajıyla açılan 19. Milli Eğitim Şurasında oldukça önemli konular görüşüldü.
Eğitim Şurasında görüşülen konular arasında en dikkat çeken iki konu; ilk kademeden itibaren din dersi uygulaması ile ortaöğretimde Osmanlıcanın zorunlu kılınması meselesi oldu.
Her ne kadar Şura’da görüşülen ve karara bağlanan konular Milli Eğitim Bakanlığı için bağlayıcı olmayan tavsiye niteliğinde kararlar olsa da, hükumetler bu kararlardan kendi politikalarına uygun olanları hayatiyete geçirirler.
Ne var ki, ilkokul 1. sınıftan itibaren zorunlu kılınacak din dersinden daha fazla heyecan uyandıran zorunlu Osmanlıca konusu, MEB Bakanı Sayın Nabi Avcı’nın böylesi tarihi bir karar öncesinde yaptığı açıklamalardan olumsuz yönde etkilendi ve tüm ortaöğretimlerde zorunlu kararı yerine seçmeli tercihe bırakılmış oldu.
Oysa kaynağı Kur’an-ı Kerim alfabesi olup, Türkçe, Arapça ve Farsça(dolaylı olarak Kürtçe) kelimelerle derinlik kazanmış Osmanlı Türkçesi hem geçmişin hem güncel dillerin arasında en zengin dil sayılabilir.
Batıya yönünü dönmüş ve geçmişle bağlarını tümden kopartmış son dönem Türkçesiyle son yüzyıldır doğru dürüst bir düşünce üretemediğimiz gibi, ciddi bir sanat eseri meydana getirebildiğimizi de söylemek mümkün değildir.
Mukaddimesinde devlet-insan benzetmesinde bulunan İbn-i Haldun, devletlerin insanlar gibi doğum, çocukluk, gençlik, yaşlılık ve ölüm evreleri geçirdiğinden bahseder.
Hâlbuki Osmanlı Türkçesi gibi bir derinliğe sahip olmayan, sığ ve köksüz bir dille, Necip Fazıl’ın ifadesiyle yüzyıldır yüz üstü süründüğümüz, bir türlü ayağa kalkamadığımız, geçmişe dair İslami köklerimizi kurutmanın yanı sıra batının çapsız ve çürütmeye yüztutmuş geleneklerinden başka hiçbir alanda ilerleyemediğimiz gibi, bu minvalde devam edilmesi halinde, yüzyıllarca çocukluk evresini atlatamamış bir devlet olarak kalacağımızı görmek için sanırım müneccim olmaya gerek yok.
Hem zaten, Anadolu’nun Osmanlı Türkçesinden uzaklaştırılmasındaki niyeti ve bu niyetin verdiği tahribatı yeniden keşfetmek yerine bu niyeti en iyi anlatan ifadeyi, bir gecede yapılan devrimle on binlerce şaheseri taş yığınına dönüştürerek kültür katliamına neden olan harf inkılabının fikir babalarından İsmet İnönü’den dinlemek yeterli olur sanırım.
İsmet İnönü’ye göre: “Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Okur-yazar oranının düşük oluşunun yegâne sebebi alfabenin öğrenilmesinin zor olduğu değildi. Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.(…) Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. (…) Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı (İsmet İnönü, Hatıralar, cild 2, sayfa 223)
Türkiye gibi harf devrimini keskin bir çizgiyle gerçekleştiren ülkelerden birisi de İsrail’dir. Aradaki fark; İsrail Yahudi kültürünü korumak hemde geçmişle bağlarını daha da sıkılaştırmak gayesi ile Latin alfabesinden İbraniceye geçerken, Türkiye’nin geçiş sebebini ise en iyi ifade eden söz İsmet İnönü’nün sözünden başkası değildir.
Hem Batı dünyasını, hem de geçtiğimiz yüzyıllık zaman diliminde kendini tamamıyla batının çocukları gibi hisseden Türkiye’deki bir takım bilinçli veya bilinçsiz topluluğun endişelenmesine sebep olan Osmanlı Türkçesini öğrenmek aynı zamanda bu kültürlerin ortak değeri olan İslam’ı öğrenmektir. Kur’anı Kerim’i öğrenmektir. Arapların dilini, İranlıların Farsçasını, Pakistan’ın Urducasını, Kürtlerin Soranicesini ve birçok dili okuyabilmek ve yazabilmektir.
Türkiye’nin Harf İnkılabı
Bundan 2 yıl önce Mardin’deki Artuklu Üniversitesi’nde düzenlenen “Demokratik Açılım ve Müşterek Paydalarımız” konulu panelde konuşan Prof.Dr. Kadri Yıldırım’ın, Kürtçe yasağını eleştirirken sarfettiği“Özellikle Cumhuriyet’ten sonra doğan Kürt nesline baktığımızda dikkat edin dudakları ve ağızları antropolojik olarak çok küçük yaratılmış. Bunun nedeni Kürtçe konuşacak kadar dudaklarının açılmasına izin verilmeyişidir” sözleri özellikle dikkatimi çekmişti.
Medyaya yansıyan ve dinleyicilerin pek çoğuna espri gibi gelen bu sözler, bana söyleyenin siyasi mesajından ziyade altyapısız uygulanan harf inkılaplarının ülkede yaşayan herkese bir gecede yaratabileceği bilimsel travmayı anımsatmıştı.
Nitekim Cumhuriyet Türkiye’sinde; harf inkılabının sabahında Osmanlı Türkçesi(1) ile yazılmış binlerce cilt eserin bir anda yok hükmüne nasıl dönüştürüldüğüne şahit olan milyonlarca insanının ağzı büzüştürülmüş, ve küçülmeye doğru yöneltilmişti.
Bir milletin harfleri üzerinde oynamanın günlük elbiseyi değiştirmeye benzemeyeceğini, buna teşebbüs etmenin zor, uygulamanın daha da zor bir iş olduğunu en başta üniversitelerin bilmesi gerektiğini söylemeye gerek yok sanırım..
Nitekim Cumhuriyet Türkiye’sinde bile harf inkılabı en son işlerden birisi olmuştur.
Harf inkılabına giden bütün sebepler tek tek ortadan kaldırılmadan bu inkılabın kendisine geçilememiştir. Sırasıyla Saltanatın kaldırılması(1922), Hilafet ve Şer’iye ve Evkaf Vekâletinin lağvedilmesi(1924), Şapka kanunu(1925), Tekke ve zaviyelerin kapatılması(1925), Kılık-kıyafet inkılabı(1925), Takvim değişikliği(1926), tuğraların kullanımı(1927) ve bütün bunların üzerine Takrir-i sükûn kânunu….
Pek tabiî ki sebeplerin tek tek ortadan kaldırılmasının ardından son hamle olarak; 1928 Harf İnkılabı geldi..
Bunun sonucu olarak ta Osmanlı Türkçesine Arap yazısı damgası vurulurken, Latin alfabesi ise Türk harfleri diye takdim edilmiş ve 6 yüzyıllık zaman diliminde zamanın kültür, sanat din, bilim dahil her alanındaki ihtiyaca cevap verebilecek şekilde telaffuz (fonetik) ve şekil itibariyle zirveye ulaşan 36 harflik Osmanlı Türkçesi; yerini Türkçenin söz ve yazı dilindeki incelik gerektiren ihtiyacını karşılamaktan uzak, 28 harfle sınırlı Latin alfabesine bırakmıştır.
Bundan belki de ilk nasibini alan Atatürk’ün kendi Nutku olmuştu. 1927 de “Osmanlı Türkçesi” ile yazılan Nutuk, 1928’den sonra okunmaz olmuş ve 1930’larda birçok imla hatasıyla Latin alfabesine çevrilmiştir.Yakın dönemin yazarlarından Aziz Nesin bile bazı yazılarını “Osmanlı Türkçesi” ile yazdıktan sonra Latin alfabesine çeviriyordu. Aziz Nesin; Latin alfabesinin kesik kesik olduğu için düşünce akışını koparıp kolu yorduğunu gerekçe gösteriyordu.
Aziz Nesin’in Necip Fazıl’a gönderdiği ve Osmanlı Türkçesi ile yazılmış tebrik mektup
Harf inkılabının o günün şartlarında bir zorunluluk olduğunu savunanlar olduğu gibi, mecburiyetin gerçekte oluşmadığını, sadece batıya yaklaşmaktan öte bir anlam ifade etmediğini savunanlar da olmuştur. Bu son görüşe göre: okunuşu veyazması oldukça zor ve binlerce karakterlerden oluşan alfabelere sahip olan Japonya ve Çin ile hiçbirinin alfabesi diğerine benzemediği gibi, Latin alfabesi de kullanmayan İsrail, Kore, Hindistan vb. ülkeler, harf inkılâbı yapmadıkları halde bilim, ekonomi, teknoloji ve sanayide parmakla gösterilen ülkeler değilmidir?
Kürtlerin Harf İnkılabı
Bir milletin kimliğini ortaya koymasında ayırt edici en önemli özellik dilidir.
Bir milletin diline dair en güzel örnekleri ise o dilin kendine has alfabesiyle yansıtmak mümkündür.
Dolayısıyla bir millete kimliğini hatırlatmak isterseniz en başta dilini hatırlatmalısınız.
Dilini hatırlatmanın en köklü çözümü de o dile ait eserlerin kullandığı alfabeyi yeniden gündeme getirmekten geçmektedir.
Ahmed-e Hane, meşhur Mem-u Zin eserini, bilinen en fazla eserin verildiği Kürtçe alfabesi(2) ile yazmıştır.
Eğer Kürt dili ve edebiyatında Ahmed-e Hane’yive meşhur Mem-u Zin eserini es geçersek, denecek bir söz kalmaz.
Şayet asla vazgeçemem, okuturum denir de, bu eserdeki aşkların en güzeli, ona ters gelen, kuru ve aslından uzak, harflerin en latinisi ile anlatılmakta diretilirse, kökü mazide kalmış ve kısa bir fetret devri yaşamış bu dilin inkişafına katkıda bulunamaz, tam tersine tutunacak yeni bir dala yapıştırıp Kürtlere harf inkılabı yaptırmaya çalışmak anlamına da gelebilir.
Kültürel yozlaşmayı beraberinde getirmesi muhtemel bu durum; Ahmed-e Hane’nin türbesini yıkıp yerine Ahmed-e Hane heykeli yapmaya da götürür mü acaba?
O halde Açılım rüzgarına kapılarak Ahmed-e Hane’yi, Cezirî’yi, Ehmed-e Bate’yi, FakiTayran’ı, Melaye Gorani’yi, El-Hariri’yi, Hezanlı Ehmedê Xasî’yi, anlamaya ve anlatmaya çalışırken Kürt alfabesi ile değil de, illaki Latin alfabesi ile öğretmekte ısrar etmek, açılımı köklü bir alfabe katliamına dönüştürmeye kadar götürebilir..
Türkiye’de yapılan harf inkılabı; bir bakıma Elif-badan kurtuluş devrimi idi ki bu; devlet gücüyle uygulamaya geçirilmiş bir devrimdi..
Asimile feryatlarının demokratik açılıma dönüştüğü son yıllarda Latin harflerinin ırkçılığında diretmenin ne kadar faydalı olacağı iyice hesaplanmalıdır.
Şu bir gerçek ki; Kürtlere yapıldığı söylenen baskılar arasında Kürtçenin bilinmeyen dil olduğu safsatası, dil yasağı vesaire anlamsız yasaklara rağmen Kürtçe alfabenin unutturulması çalışması yoktu..
Kürt’ün dil ve edebiyatının en zengin yönünü oluşturan, gerek İran ve Suriye Kürtlerince, gerek Irak Soranilerince, gerekse Cumhuriyet Türkiye’sinde Kürt medrese alimlerinceyoğun bir şekilde kullanılan, Ahmed-e Hane dahil bilinen pek çok meşhur Kürt bilge ve bilginin yüzyıllarca kullandığı alfabeye bilmeyerek te olsa hiçbir zaman ilişilmemişti.
Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt dili üzerinde sürdürülen anlamsız baskının ortadan kalmaya başlaması, küllerinde kısa bir süreliğine uyuyan bir kültürün tekrar uyanmasına sebep olacaktır.
Prof.Yıldırım’ın “Kürtçe konuşamadıkları için dudakları ve ağızlarının antropolojik olarak çok küçük yaratıldığını söylediği” Kürtlerin, ne beyinlerinde, ne de aslını kaybedecek kadar şuurlarında bir küçülme olmadığını belirtmekte yarar görmekteyim.
Latin alfabenin sadece 28 adetini alanlara misilleme yaparcasına 32 harfi, köklü bir alfabeye sahip millete Kürt alfabesi diye dayatmaya çalışmanın, geçmişindeki zengin alfabesinin yeniden dirilteceğine, üzerindeki tozları alıp klasik adı altında tekrar raflara kaldırılmasının bilimsel ve açılımsal izahı yoktur.
Elbette ki; Kürt dili ve edebiyatında Abdullah Cevdet, Celadet Bedirxan, Kamuran Bedirxan, Osman Sebri, Feqe Huseyn Sağnıç ve Tori’yi dikkate almamak haksızlık sayılabilir ama sadece onları referans alarak yola devam etmek te, köklü Kürt tarihini yeni baştan yaratmak çabasıdır ki, Kürtlerin yeniden yaratılmaya değil, yaratıldıklarının farkına varılmasına ihtiyacı vardır.
1932 yılında Celadet Bedirxan tarafından ilk kez Fransız ve Türk Latin alfabelerinden esinlenerek alfabesine son şeklini verdiği ve ‘Hawar’ dergisinde kullandığı harf inkılabına minnettar olduklarını ifade etmeye değil, kimliklerinin üzerine örtülmüş küllerin tekrar kaldırılmasına ihtiyacı olduğu kanısındayım.
Kaldı ki; Celadet Bedirxan tarafından yazılan “ElîfbaKurdî” adlı eserinde Abcyi savunmasına rağmen kitabına Elif-ba ismini koyması ile Atatürk’ün Osmanlı Türkçesiyle yazılan Nutuk kitabının bir yıl sonra gerçekleşen Harf İnkılabının ardından okunamayışı arasında bir realite farkı olmadığını hatırlatmak isterim.
Dolayısıyla Celadet Bedirxan’ın yaptığı çalışmayı tamamıyla bir kenara itmek bilim adına anlamlı olmayacağı gibi, Onun belirlediği çerçeveye tamamen itibar edip, Onun koyduğu formel kuralları olmazsa olmaz kurallar olarak kabul etmeye çalışmakta, Kürtlerin kendi eliyle geçmişinden kopuşuna destek vermek anlamına gelebilir.
Kürtlerin kaldırılacak saltanatı ve hilafeti, değiştirilecek takvimleri veya tuğraları olmadı. Dilleri üzerinde devrimsel bir süreç yaşanmışsa da bu süreçte alfabelerine ilişilmemişti. Dolayısıyla Kürtlerin bilinen meşhur eserlerinin kullandığı Kürtçe alfabe üzerine bir devrim yapmakta son dönem Kürt hareketinin işi olmamalıdır.
Elbette Latin alfabesi ile yazılmış eserlerin de bilim yuvası olan üniversiteler açısından bir kenara atılması görüşünde değilim. Pekala bahsettiğim fetret devresinde ortaya çıkan eserlerin, geçmişle katıştırılarak verilmesi halinde ortaya kayda değer veriler çıkartılabileceğine inanmaktayım.
Cezirî’nin “Medresa Sor” da yıllarca okuttuğu, içinde 100’den fazla şiir ve birkaç rubaiyi barındıran ve bugün hala okutulan, edebi özelliğiyle İranlı şair Hafız’ın Farsça(3) eserleriyle karşılaştırılan Diwani MelayeCeziri’sini, zorunlu olarak Latin alfabesi ile öğretmeye kalkarsanız halk tabiriyle yavan bırakmış olmaz mıyız?
Faki Tayran’ın özellikle Kürt folklorundan öğeler ağırlıkta olan Qewle Hespe Reş, Şêxê Senan ve Qiseya Bersiyayî adındaki eserleri, yine Kürtler ile Safeviler arasında geçen ve Kürtlerde savaşın ilk edebî anlatısı olan Dimdim Savaşı’nı, veya Seydayê Eliyê Findikî’nin Divan’ını orijinal Kürtçesi ile değil de, ısrarla Latin alfabesi ile dayatmaya kalkarsak, bir dili yaşatmadan öldürmüş sayılmaz mıyız?
Ünlü Kürt şairi Ahmed-e Hane’nin epik şiirin en güzel örneklerini ihtiva eden ünlü Mem ü Zîn adlı eserini ısrarla Latin alfabesine çevirerek klasik adı altında anlatırsak, ruhunu baştan kaybettirmez miyiz?
İşin ilginç olan tarafı; günümüzde Latin alfabesi ile yazılmış eserlere olan rağbet Kürtçe alfabe ile yazılmış eserlere olan rağbetin hala gerisindedir. Buna bir delil olarak; 1992 yılında Latin alfabesi ile basılan Nûbiharın satışıyla Melayê Batê’nin Kürtçe alfabeyle yazılmış ve Cumhuriyet döneminde bile binlerce satış yapan Mevlid’ini karşılaştırmak yeterli olacaktır.
Son söz olarak Çözüm sürecinde Bingöl, Diyarbakır ve Mardin’de Üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı ile ilgili atılım, cesur ve kayda değer bir atılım olarak görülmelidir. Özellikle beklentinin yüksek olduğu Mardin Artuklu Üniversitesinin, Mardin başta olmak üzere Siirt, Batman, Diyarbakır dahil, doğu ve güneydoğuda, hatta diğer Kürt bölgelerinde hizmetlerini aksatmadan sürdüren yüzlerce medreseyi ve binlerce bilgini göz ardı etmeden çalışmalarına devam etmesi şartın şartıdır.
Büyük bir kısmı 2012 yılında konu ile ilgili yazdığım “Kürtlerin Abc’simi Elifba’sı mı” başlıklı yazımdan alıntı olan bu yazımda daha önce yaptığım uyarıyı tekrarlamamda fayda var.
Başta Mardin Artuklu Üniversitesi olmak üzere Kürt Dili üzerine çalışma imkanı bulan diğer üniversitelerin fiziki çevre ve mahalle baskısı ile sınırlandırarak yapacağı bu yöndeki çalışmalar, Kürtleri tarihinden ve öz alfabesinden tamamen kopartmaya götürecektir ki; bunun Kürtlere harf inkılabı yaptırtacak bir seviyeye taşınması halinde, yeniden dirilmeye çalışan Kürt edebiyatının ruhu, gelecekte bunu affetmeyecektir.
(1) Osmanlı Türkçesi: Müslüman Osmanlı devletinin Kur’an Elif-basını esas alarak geliştirdiği dünyaya mal olmuş Türk alfabesi
(2) Kürtçe: Müslüman Kürtlerin Kur’an Elif-basını esas alarak geliştirdiğive yüzyıllarca kürt coğrafyasında kullandıkları Kürt alfabesi
(3) Farsça: Müslüman İranlıların Kur’an Elif-basını esas alarak geliştirdiği ve yüzyıllardır edebi dil olarak kullanmaya devam ettiği İran alfabesi
@akgulahmet
USTAD . 14.12.2014