TBMM’de bütçe görüşmeleri başlarken kitapçıktan çıkarılma kararı alınan Kürdistan ifadesi yüzünden sert tartışmalar yaşandı. Tartışmanın tarafı olan BDP milletvekili Hasip Kaplan, “Kürtler var bu ülkede, kabul edeceksiniz. Yaşadığı coğrafyası Kürdistan’dır, bunu kabul edeceksiniz.” şeklinde konuşarak bu ifadenin çıkartılmasının hata olacağını ve bunun sonuçlarına katlanılması gerektiğini söyledi.
Sayın Başbakan’ın Diyarbakır’da kullandığı Kürdistan ifadesi ile başlayan ve kısa sürede Meclise uzanan bu tartışma bir ilk olmadığı gibi son da olmayacak ama Kürdistan tartışmalarını daha iyi anlamak için tarihsel süreçteki tanımlamalara bakmak yerinde olacaktır.
Sayın Kaplan’ın konuşmasında “Kürtlerin yaşadığı coğrafya” şeklinde ifade ettiği Farsça kökene sahip ve ağırlıklı olarak Kürtlerin yerleşik olduğu bölge anlamına gelen coğrafi Kürdistan terimi ilk kez 12. yüzyılda Selçuklu Türk hükümdarı Sultan Sencer tarafından kurulan (bugün İran’ın Kürdistan Eyaletinin bulunduğu) bölge için kullanılmakla birlikte daha sonra Türkiye, Irak, İran, Suriye ve Ermenistan’a ait toprakların bir kısmını kapsayan coğrafi bölge için kullanılmıştır.
Selçuklu hükümdarının yaptığı کردستان (Kürdistan) tanımlaması Osmanlılarda da kullanılmış olup, Sultan II. Abdülhamit’in Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarını gösteren1893 tarihli haritasında bahsedilen bölge için bu tanım yapılmıştır.
Bölgenin kapsadığı topraklar veya sabit sınırlar ile ilgili bir netlik olmamasına rağmen Osmanlı döneminde bu günkü Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürt nüfusunun seyrek olduğu, yoğun yaşadıkları yerlerin ise genel Kürdistan coğrafyasının çok küçük bir kısmını kapsadığı, Osmanlı’nın İran’dan ve diğer bölgelerden göç eden Müslüman Sünni Kürt aşiret reislerine bu toprakları vermesinin ardından bölgedeki baskın unsur olarak Kürtlerin öne çıktığı bilinmektedir.
An itibarı ile Türkiye’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinin bir kısmını, Irak’ın kuzeyi (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ve civarları, İran’ın Kürdistan, Batı Azerbaycan, Kirmanşah ve Luristan eyaletlerini, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ bölgesininin bir kısmı ve Suriye’nın kuzeydoğusunu kapsayan ve ağırlıklı olarak Kürtlerin bulunduğu bu coğrafyada Araplar ve Türkmenler başta olmak üzere, Süryani ve Ermeniler dâhil bir çok farklı dil ve etnik gruplara rastlamak mümkündür.
Siyasi polemik malzemesi haline getirilen ve Mecliste sert tartışmalar ile karşılıklı restleşmelere sebep olan Kürdistan ifadesinin hangi anlamda kabul gördüğü / görülmesi gerektiği konusunda, nasıl ki geçmişte uzun yıllar İslam toprağı olarak kalmış İsrail, Lübnan, Ürdün ve bu günkü Suriye topraklarını içine alan bölgeye Suriye bölgesi veya Mekke ile Medine dahil geniş toprakları ihtiva eden bölgeye Hicaz bölgesi adı verilmiş ise, aynı şekilde bu bölgeye eskiden olduğu gibi Kürdistan coğrafyası denmesinden siyasi bir anlam yüklenmediği ve ayrıştırıcı bir dil kullanılmadığı sürece bölgede yaşayan Müslüman etnik unsurların rahatsız olmadıklarını görmekte mümkündür.
Özellikle ümmetçi geleneğe bağlı Kürtler ve bölgede kader paydaşı konumundaki Müslüman Arap ve diğer etnik unsurların birleştiricilikte bir adım öne çıkarak Türkiye veya Irak Kürdistanı tanımlamalarından ziyade coğrafi anlamıyla Kürdistan bölgesini bir bütün olarak gördüklerini ve bu coğrafyanın Yemen’e kadar uzaman İslam topraklarına anlamlı bir kapı olabileceğine inandıklarını söyleyebiliriz.
Hatta bölgenin büyük bir ekseriyetini oluşturan bu kesim için Misak-ı milli ufkunun batıda yaşayan kardeşinin 100 yıl önce kabul ettiğinden daha geniş olduğunu söylemek bile mümkündür.
Özellikle kültür adı altında dini birleşmesini sınırları ortadan kaldırmak şeklinde sağlamaya çalışan Avrupa ve bir çok etnik unsuru geniş topraklarda Amerikancı bir ruh ile bir arada tutmaya çalışan ABD’nin bu davranışını iyi okuyan bu kesimin bölük pörçük olmuş İslam dünyasına yeni parçacıklarla katmak için yaptıkları planlarına alet olmayı içlerine sindirmeyecekleri aşikârdır.
Böylelikle, bölgede akrabaların arasına emperyalist güçler tarafından çekilen sınırları ortadan kaldırarak İslam dünyasının ittihadına bile sebep olacak geniş Kürdistan coğrafyası temennisinde bulunan kesimin niyeti ile menfaatlerinin bozulacağı endişesi ile coğrafi Kürdistan bölgesinin ortasından çekilip dörde ayrılan bu toprakların birleşmesine bile karşı çıkan Kürt ve Türk ulusalcılarının niyeti arasındaki fark daha iyi anlaşılacaktır.
Sözün özü, Hasip Kaplan’ın, “Kürtlerin varlığının kabulü ve yaşadığı coğrafyanın Kürdistan olduğu” şeklindeki sözleri tepeden inmeci bir anlayışa dönüşmediği veya hem bölgedeki halklar arasında, hem doğu batı kardeşliği noktasında siyasi bir ayrışmaya gitmediği ve coğrafi bir tanımlama olduğu müddetçe bölgedeki etnik unsurlarca olumlu karşılık bulan sözlerdir.
Sağlıcakla Kalın
USTAD 11.12.2013