Bundan 100 yıl önce batının İslam coğrafyasını bölüşmek için kendi arasında imzaladığı Sykes-Picot antlaşmasını uzun uzadıya anlatacak değilim ama şunu ifade etmeden de başlamak istemiyorum.
İslam dünyası, nasıl ki yakın tarihini batının kendisine sunduğu kitaplardan öğrenmişse, yine yakın dönemine ait birçok vakayı da onların sunduğu şekliyle kabul etmiştir.
Haliyle kahramanları hain, hainleri de kahraman belleten, zararı kar, kar olabilecek durumlar ise zarar şeklinde öğretmiştir.
Bütün bunlara rağmen İslam dünyasının avucunda toplumsal hafızayı günümüze taşmayı başarmış bir Anadolu ruhu kalmıştır ki bu gün olanları sorgulayabiliyoruz.
Dün Fransa yine bir katliama sahne oldu. Haberin duyulmasının ardından herkes katilin “Allahu ekber” nidalarıyla bunu gerçekleştirdiğine dair kayıtların ne zaman ortaya çıkarılacağını beklerken haber tez ulaştı ve İslami terör isimlendirmesi beklenmeksizin yapılıverdi.
Dün, 11 Eylül’den bu yana oldukça klasik bir yöntem daha yaşadık.
İslam dünyası hem sersemleşmiş, hem de kurdun kuzuya “suyumu kirletiyorsun” şeklindeki aptalca bahanesini dahi sorgulayamayacak duruma düşmüş ne yazık ki.
Son 150 yıldır elinde tuttuğu güç sarhoşluğuna iyiden iyiye kapılan batının İslam alemi için bir çip vazifesi gören hilafetin kaldırılması ve Sykes-Picot antlaşması gibi zekice yapılmış birkaç hamle hariç hepsinde aptalca yöntemleri sürekli tekrar ettiği bir gerçek.
Ama yine de Fransa’da art arda gerçekleşen bu saldırıları anlamak için hem geçmişte yapılmış Sykes-Picot antlaşmasının arka planını, hem de Suriye meselesinin Fransa’yı ne kadar ilgilendirdiğini iyi okumak gerek.
Genel kabul gören kanıya göre Sykes-Picot antlaşması, güya büyük devletler arasında ekonomik sömürge paylaşımı konusunda ortaya çıkan anlaşmazlığı gidermek adına yapılmış bir antlaşma..
Fransa, kendi çıkarlarını sürdürmek adına sanki zorla müdahil oluyormuş gibi bir anlatım var ortada..
Anlatımlara bakılırsa, Fransızlar İngiltere denetimindeki büyük bir Arap Devleti’ne karşı idi. İngilizler de bu Musul’u Fransızlara bırakarak, müttefikleri olmalarına rağmen güvenmedikleri Rusya ile aralarında Fransızların tampon olmasını istiyorlardı.
Bu kadar basit yani.
Hâlbuki kendi denetiminde dahi olsa büyük bir Arap Devleti istemeyen İngiltere’nin bizzat kendisiydi.
Tarihin gördüğü en sinsi politikalara sahip İngiltere, yapılması gereken paylaşımı sadece bir zaman dilimindeki ekonomik sömürü bakışı ile değil, yüzyıllar sürecek dini ve kültürel bir sömürü temelinde değerlendirmekteydi.
Evet, özellikle Ortadoğu coğrafyasına masa başında cetvellerle belirlenen sınırlarla siyasi hâkimiyet alanları oluşturmaya dönük “böl ve yönet” taktiği doğrudur ama İngiltere’nin planı uzun vadeliydi ve öyle bölmeli ki, aynı değerlerden beslenen toplumlar dahi ileriki dönemlerde bırakın bir araya gelmeyi, birbirlerini gördüklerinde bir araya gelmemek için kendileri uğraş vermeliydi.
Başardı mı? Başardı.
100 yıl önce Fransa’yı bu antlaşmaya razı etmeyi başardı. Ardından özellikle Araplardan oluşan coğrafyayı yeni devletçiklerle bölük pörçük ettikten sonra bir kısmını Fransız, bir kısmını ise İngiliz kültürü ile birbirinden uzaklaştırmayı başardı.
Oysa ki tek parça Arap devleti daha sonra kendi çatısı altında veya Anadolu ruhu ile birleşerek yeniden büyük birliğin tesisi için oldukça tehlikeli bir durumdu.
Vitrinde Fransız, İngiliz vs. çeşitli kültürler olacak ama bir araya gelmekten imtina eden ve hatta iki farklı kültür üzerinden birbirini parçalayacak duruma gelenler bizzat Müslüman Arapların bizzat kendisi olacaktı ki gördüğümüz kadarıyla bunu başarmış durumdalar.
Yazdığı bir mektupta “Osmanlı merkezi diye bir şey artık var olmamalı. İzmir, Yunanlılar, Adana İtalyan, Güney Toroslar ve Kuzey Suriye Fransız, Filistin, Mezopotamya İngiliz ve geri kalan İstanbul dâhil Rusların olmalı.” Şeklinde planını anlatan Sykes denilen İngiliz’in tezinin temelinde de bu vardı ve Picot aracılığıyla Fransızlarla bu antlaşmanın yapılmasını sağladı.
1916’dan 2016’ya 100 yıl süren antlaşmanın sonuna geldik.
Bölge yeniden dizayn ediliyor.
100 yıl önce kültürlerin ayrışması temelinde yapılan antlaşma, bu gün İsrail ve Yahudi emellerine daha yakın ve çok daha açık bir şekilde yeniden revize ediliyor.
Tıpkı 100 yıl öncesinde olduğu gibi bugün de (geçmişindeki soykırımların sızısını yeni yeni yaşamaya başlayan) Fransa’nın yeni dizayna ortak edilmesi isteniyor.
İsteniyor çünkü Müslüman kitleyle iç içe yaşamaya devam edecek Fransa, hem Avrupa’nın İslamlaşması noktasında daha tehlikeli bir hal almaya başlayacak, hem de bu durum Afrika’daki İslam ülkelerini Fransa’ya daha fazla yaklaştıracak.
Bu yüzden Küresel şeytani aklın organizesinde Fransa’ya yakın zamanda yaşatılan bir facia ve iç karmaşanın hemen ardından dünkü olay gerçekleşti.
Bu sefer ki plan çok daha büyük.
100 yıldır ılımanlaştırdıkları İslam dünyasını uyuyan İslam dünyasına çevirecek münbit bir zaman.
1300 yıl boyunca küfre karşı mutlak hakimiyet sağlamış cihad ve şehadet şuruuyla beslenmiş bir ümmetin arta kalan bu ruhunu İŞİD üzerinden tamamen söndürmek için iyi bir zaman.
1916 Sykes-Picot anlaşması, daha önce var olmamış biçimde toprakları taksim eden bir anlaşmaydı.
2016’da bu taksimat, benim 2048 planı şeklinde tanımladığım Siyonist rüyanın kapılarını sonuna kadar aralamaya yönelik daha akıllı bir taksimat olacak.
Anadolu’yu İslam dünyasından tamamen kopartacak, Siyonist İsrail’i İran ve Ermenistan’la Güneydoğu sınırımızda komşu yapmayı hedefleyen, Filistin’de Araplara yaşatılan trajedinin bir benzerini 2048 yılı gelmeden Kürtlere yaşatmayı hedefleyen büyük bir plan.
Fransa direnirse ki bir süre direndi. Bu durumda yine ve yeniden katliamlarla boğuşacak ve bir süre sonra bu plana zorunlu iştirakçi olacak.
İslam dünyası üzerinde niyette oldukça şeytani ama mantıkta düz ve basit bir mantıkla uygulanan bu hesapları onlar için kolay hale getiren şeylerden birisi de İslam coğrafyası ve hususan Anadolu’da kimliğini saklamayı başarmış kripto ecnebilerin yanı sıra tecavüzcüsüne aşık olmuşçasına bu ecnebilerden daha fazla öne atılan içerden necasetlerimiz var.
10 yıllık kısa zamanda 2 milyon Müslümanın ölümünü hoş karşılayıp tarihimizin şan ve şeref sahifesinin müsebbibi olan cihad ve şehadeti terör gösteren necasetten taharet şart sanırım.
Bunun tasfiyesi için büyük komutan Selahattini Eyyübi gibi tarihten önemli bir örneğimiz mecvut aslında.
Bu arada son not: AB, ABD, BM, AB(D) dahil bilumum terör üreticilerinden terörün zararlarını bilmelerini beklemek ne saflıktır anlaşılır gibi değil.
Sağlıcakla kalın.
@akgulahmet